Geçtiğimiz aylarda Suriye ile yeniden diplomatik ilişkilerin kurulabileceğine yönelik birtakım gelişmeler olduğunu anımsıyorsunuzdur. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun sürpriz bir şekilde gündeme getirdiği bu mesele Erdoğan’ın Endonezya’da katıldığı G-20 Zirvesinde yaptığı açıklamayla 2023 Seçimleri sonrasına ertelendi. Tıpkı İsveç’in NATO’ya girişinin onaylanmasına ilişkin verilmesi beklenen karar gibi. Erdoğan için seçimlerin ve iktidarda kalmanın ne kadar önemli olduğunu sadece bu iki çok kritik meselede takındığı tavırdan anlamak mümkün.
Sadece Erdoğan’ın Kaybetme Lüksü Yok!
Her konuyu bir şekilde seçim malzemesine dönüştürüyor ve atacağı her adımı sandıktan birinci çıkmaya matuf atıyor. Bu konuda kendisini anladığımı ve yargılanmaktan kurtulması için gerçekten başka çaresinin olmadığını söylemeliyim.
Peki, Türkiye bu süreci ne kadar hasarla atlatacak?
Bu sorunun cevabı büyük oranda Erdoğan’ın attığı adımların kamuoyunda nasıl karşılık bulacağına bağlı olacak gibi görünüyor. Eğer 2015 seçimleri öncesinde yaptığı “400 Milletvekilini verin bu iş huzur içinde çözülsün!” çağrısı o gün olmadığı gibi bu sefer de seçmen tarafından kabul görmezse Erdoğan’ın olduğu kadar maalesef Türk milletinin de huzurunun kaçacağını söylemek abartı olmaz.
Erdoğan Bütün Tuşlara Aynı Anda Basıyor!
Erdoğan kaybetme lüksünün olmadığı ve siyasi kariyerinin en zayıf anında yakalandığı bu seçim sürecinde çok agresif ve dinamik bir propaganda yürütüyor. Bir yandan üzeri kapanması çok zor olsa da ekonomik problemleri en azından seçmen oy pusulasını eline aldığı o anda olabildiğince masum ve çözülebilir göstermenin hesaplarını yapıyor.
Seçmeni ikna etmek için hazine kaynaklarını “yarınlar yokmuşçasına” tüketiyor ve tüketmeye devam edecek. Toplu Konut Projesi, EYT’li vatandaşlara yönelik somutlaşmaya başlayan vaatler, her ne kadar sadece devleti kutsama yanılgısına destek olsa da “Yerli otomobil projesi – TOGG”, KYK Kredi faizleri ve Koronavirüs sürecinde sokağa çıkma ya da maske takma zorunluluğunu ihlal eden vatandaşlara kesilen cezaların silinmesi gibi adımlar bu kapsamda değerlendirilebilir.
Diğer taraftan en iyi bildiği iş olan rakip parti, ittifak ve adayları yıpratmaya devam ediyor. Üstelik bunu siyasi etiği ayaklar altına alarak ve fütursuzca yapıyor. Yeri geldiğinde rakip partilerden transfer yapıyor, yeri geldiğinde muhalefetin bölünmesi için Zafer Partisi gibi söylem ve eylem alanı dar operasyonel partileri piyasaya sürüyor, sürdürüyor ya da el altından destekliyor. Yeri geldiğinde ise HDP gibi günaşırı teröristlikle itham ettiği, yöneticilerini yıllardır cezaevlerinde tuttuğu bir partinin bile nabzını yokluyor ve dahası kendisinin korkusundan HDP ile uzaktan selamlaşmaktan bile çekinen muhalefete de “teröristlerle el ele yürüyen partiler” yakıştırması yapabiliyor.
Bütün Yolları Tutuldu, İstiklal Caddesi’nin Sadece Suriye Çıkışı Açık!
Tüm bunlara rağmen hala geceleri rahat uyku uyuyamıyor. Çünkü seçimi kesin olarak kazanacağına en başta kendisi ikna olamıyor. Bu nedenle de masada birbiriyle çelişkili birçok farklı senaryoyu hazırda tutuyor ve hepsini vakti zamanı geldiğinde uygulamaya koymak üzere prova ediyor.
Suriye konusunda kesin bir tavır alamamasının sebebi tam olarak burada yatıyor. Suriye ile ilişkileri tekrar tesis edip sayıları 10 milyonu bulan Suriyeli mültecileri evlerine göndermek üzerine bir seçim propagandası mı yoksa aynı maksada Suriye’yi bir savaş alanına çevirmek üzerinden ulaşmak mı? Tıpkı Kürt kökenli seçmene oylarını almak için “Çözüm Süreci” üzerinden şirinlik yapma ile yine aynı amaçla Kürt seçmenin yaşadığı Doğu ve Güneydoğu’daki birçok yerleşim yerini yerle bir etme paradoksunda olduğu gibi. Erdoğan bunların hepsini son dönemde o seçim döneminin koşullarına göre zamanlama farkları olsa da uyguladı ve her defasında sadece o kazandı.
Son olarak İstiklal Caddesinde yaşanan terör olayı ve Suriye ve Irak’ın kuzeyinde belirlenen hedeflere yönelik olarak başlatılan Pençe-Kılıç Hava Harekâtını da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Son altı yıldır sivillere yönelik böyle bir terör saldırısı olmamışken kimse beni İstiklal Caddesi saldırısının terör örgütü inisiyatifiyle gerçekleşmiş salt bir terör saldırısı olduğuna ikna edemez. Nitekim kamuoyunu da ikna edemediler. Saldırganın uyruğu, örgüt bağlantısı, nereden geldiği, ne kadar süredir Türkiye’de olduğu gibi konuların tamamında birbirinden çelişkili açıklamalar yapılması da bu saldırının farklı maksatlara yönelik olarak gerçekleştirildiği ya da gerçekleşmesine göz yumulduğu tezini destekliyor.
İnternetin Yavaşlatılması Senaryosu Prova Edildi!
İstiklal Caddesi saldırısı ile provası yapılan bir diğer senaryo ise ülke genelinde bant daraltma uygulaması ile internetin yavaşlatılması oldu. Meclisten yeni geçirilen ve kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak bilinen yasal düzenlemeye dayanarak BDDK üzerinden alınan basit bir idari karar ile saldırı sonrası sosyal medya platformlarına erişim yavaşlatıldı. Halkın, muhalefetin ve kamuoyunun tepkisi ölçüldü. Maalesef her şey Erdoğan’ın istediği gibi gerçekleşti ve kimseden büyük çaplı, yüksek tonda bir itiraz gelmediği görüldü, not edildi.
Türk Seçmenin Ateşle İmtihanı
Erdoğan’ın anketlere ne kadar önem verdiği bir sır değil. Seçimlere az bir zaman kala bugün yeniden bir sınır ötesi harekât başlatmasını, halkın 2023 seçim süreci daha da kızıştığında benzer bir operasyona nasıl bir tepki vereceğine ilişkin, bir ölçüm yapma niyeti olarak okuyabilirsiniz. Eğer eve ekmek götürmekte zorlanan ve AKP’ye oy vermemeyi ciddi ciddi düşünen vatandaş, hiçbir örgütün üstlenmediği, Suriyeli ve PYD/YPG üyesi olduğunun bile kanıtlanamadığı belki de caddeye bıraktığı çantada ne olduğundan bile bihaber bir terörist tarafından gerçekleştirilen İstiklal caddesi saldırısına cevaben başlatılan bu operasyonu sahiplenir, Erdoğan’a yeniden sempati gösterir, “vatan, millet, şehitler tepesi!” gibi söylemlerini alkışlar ve ona oylarında bir kıpırdama olduğu hissini verirse üzülerek söylemeliyim ki yurt genelinde daha çok patlama olacak ve daha çok kan akacak demektir. Belki şimdi hava harekâtı ile sınırlı kalsa bile seçmen bu hamleyi satın alırsa önümüzdeki aylarda daha uzun süreli bir kara harekâtı ile de devam edebileceğini söylemek sanıyorum kehanet olmaz.
“Yüzde 50+1’i Verin Bu İş Huzur İçinde Çözülsün!”
Peki, seçmen bu hamleye normal koşullarda olması gerektiği gibi bir reaksiyon gösterir ve “Ne harekâtı kardeşim! Açız! Çocuklarımızın geleceğini geri istiyoruz! Ölmek ya da öldürmek değil insan gibi yaşamak istiyoruz!” şeklinde bir cevap verirse ne olur?
Erdoğan’ın tam da o an için hazırda beklettiği ve sırf bu yüzden Suriye ile diplomatik görüşmeler yapmayı ertelediği senaryo o zaman hayata geçirilebilir. Bir savaş durumunda Erdoğan’ın anayasal bir hak olarak seçimleri Meclis Kararıyla 1 yıl erteleme imkânı bulunuyor. Yine anayasaya göre seçimlerin ertelenme koşulları ortadan kalkmadıkça erteleme işlemi tekrar edebilir. Biraz daha sade bir ifadeyle ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine uyarlayacak olursak, İstiklal Caddesi saldırısı Erdoğan’ın yeni bir “400’ü (%50+1’i) verin bu iş huzur içinde çözülsün!” uyarısıydı.
Sonrasını daha önce yaşadık, biliyoruz…