Türkiye’nin büyük bir başarısı ve bölgesel bir güç olduğunun ispatı olarak yorumlanabilir mi?
Son dönemde uluslararası gündemde sık sık yer edinen Türkiye’nin, oynamaya çalıştığı roller ile iç kamuoyu haricinde, dünya siyasetine de yön verebilen bir aktör olup olmadığını “Tahıl Koridoru Antlaşması” özelinde yazarlarımız değerlendirdi.
Salih Durmuş:
İmzalanan tahıl koridoru antlaşmasının global çapta tarım ürünlerindeki fiyatların aşağı yönlü hareketlenmesine veya en azından enflasyonun frenlenmesine olumlu bir katkısının olabileceği değerlendirilmektedir. Batı Asya ve Afrika ülkeleri, mevcut süreçten en fazla fayda sağlayacak ülkeler arasında bulunmaktadır. Özellikle fakir Afrika ülkeleri şiddetli bir gıda krizinde felaketi yaşama tehdidine karşı hassas bir konumdadırlar.
Diğer yandan artık uluslararası ilişkilerde global anlamda enerji güvenliği ile birlikte gıda güvenliği de daha fazla dikkate alınmaya başlanmış oldu. Bu kapsamda, batılı ülkeler ve BM tarafından söz konusu antlaşma olumlu bir gelişme olarak nitelendirildi ve satır aralarında Türkiye’nin arabuluculuk rolü takdir gördü.
Zira mevcut konjonktür itibarıyla, Rusya’ya karşı uygulanan yaptırım ve izolasyon politikası nedeniyle savaşın ortaya çıkardığı sorunların çözümü için diplomatik arabuluculuk rolü üstlenebilecek ülke sayısı kısıtlıdır. Bundan dolayı Türkiye oldukça önemli bir konumdadır ve Türk hükümeti de bu durumdan yararlanarak itibarını artırma gayretindedir. Aslında gerçekten de Türkiye hem coğrafi konumu itibarıyla hem de uzun yıllardır aktif olarak bulunduğu uluslararası örgütlerdeki varlığıyla dahi, mesela NATO üyeliği, AB adaylığı vb. gibi nevi şahsına münhasır bir konumdadır.
Ancak son yıllarda hükümetin tutumu, otokratikleşme, hukuk devleti genel ilkelerinden sapma, diplomatik geleneğe aykırı tutumlar nedeniyle ülkenin imajı maalesef çok vahim durumda. AİHM kararlarına uymayan, demokrasi, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü endekslerinde çok gerilerde yer alan Türkiye’nin mevcut konjonktürdeki imajı ne yazık ki uluslararası ağırlık sahibi, saygın bölgesel bir güç olmasının önüne geçmektedir.
H.Murat Kadir:
Erdoğan’ın “siyasi maharetleri” arasında sayılabilecek hızlı karar değiştirme, esnek reaksiyon gösterme ve sorumluluk almaktan kaçınma gibi davranışları, karmaşık dış politik durumda, meseleyi lehine çevirmede ona birtakım avantajlar sunuyor. Bunu Suriyeli mülteci akını, Avrupa’yı sınırları açmakla tehdit yahut Rahip Brunson gibi örneklerde gördük. Özellikle de AB ve oyun kurucu devletlerin coğrafi konumu gereği Türkiye’ye muhtaç olduğu mevcut koşullarda Erdoğan tipi dış politika yönetimi çirkin olsa da bozuk saat misali zaman zaman olumlu sonuçlar verebiliyor.
Kamuoyunda Tahıl Koridoru Antlaşması olarak anılan ve Ukrayna tahılının deniz yoluyla bir güvenlik koridoru üzerinden dünyaya ihraç edilmesine olanak sağlayan antlaşmalar geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de nezaret ettiği törenle İstanbul’da imzalandı. Burada Rusya ve Ukrayna arasında iletişim ve koordinasyonun sağlanması, BM’nin de masaya getirilmesi ve antlaşmaya ev sahipliği yapılması gibi hususlarda oynadığı diplomatik rolle Türkiye taraflı tarafsız tüm dünya kamuoyunca takdir edildi. Nitekim dünyanın iki büyük tahıl ambarından biri olan ve Afrika Kıtası’nın %40 oranında tahıl ihtiyacını tek başına sağlayan Ukrayna, elindeki buğdayı taraf devletler imzalarına sadık kaldıkları sürece dünyaya ihraç edebilecek. Bu her şeyden önce hem Afrika’da yaşanması muhtemel gıda krizinin önlenmesi demek oluyorken hem de dünya ölçeğinde fiyatlarda en azından işgal öncesi seviyelere dönülmesi anlamını taşıyor.
Yaşanan bu gelişmenin Türkiye’de iç politika ve ekonomik tabloda olumlu bir etki oluşturmasını ya da seçmen davranışını değiştirmesini beklemiyorum. Ekonomik tabloda hissedilir bir değişiklik olması için acı reçeteler uygulanması ve köklü sistem ve strateji değişikliklerine gidilmesi artık bir mecburiyetten öteye geçti. Yaklaşan seçim sürecinde ise AKP’nin popüler söylemler ve vaatler dışında siyasi ya da ekonomik adım atma imkân ve kabiliyeti kalmadı. İlkesi ve prensipleri olmadan tamamen günlük gelişmelere ya da kısa vadeli çıkarlara dayalı dış politika uygulaması ise bugün için mevzi bir başarı sağlamış olsa da uzun vadede Türkiye’nin itibar ve siyasi alan kaybının devam etmesine sebep olacak gibi görünüyor.
Mehmet Kılıçparlar:
Ben sorunun cevabından önce şu girizgahı yapmak istiyorum. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrası küresel bir gıda krizi başladı. Afrika’da ve diğer bölgede bulunan birçok ülke bu krizden etkilendiler. Türkiye de bu krizden en çok etkilenen ülkelerden birisidir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre işgal girişiminden sonra gıda fiyat endeksi 160 seviyelerine kadar çıktı. Ukrayna limanlarında yaklaşık 20 milyon ton tahıl çürümeye bırakılırken, Rusya’ya dolayısıyla Putin’e tüm dünyadan daha fazla tepki gösterilmeye başlandı. Yani Türkiye dahil her iki taraf da bu antlaşmanın gerçekleşmesini istiyorlardı.
Türkiye işgal girişimi sonrası Ukrayna’yı desteklerken aynı zamanda Rusya’nın da yanında yer aldı. Hem Ukrayna hem Rusya ile ilişkilerini devam ettiren tek NATO ülkesi Türkiye’dir. Bu tür durumlarda aracılık yapabilecek bir ülkeye ihtiyaç duyulur. Yaşanmakta olan süreçte bu rol Batı tarafından Türkiye’ye verildi. Batı böylece Türkiye sayesinde Rusya ile olan bağlarını koparmamış olacaktır.
Putin dünya kamuoyunda daha fazla “şeytanlaşmamak” için, Ukrayna ise elde kalan tahılları satmak ve ülkesindeki tarım sektörünü canlandırmak için bu antlaşmanın yapılmasını istiyorlardı. Şöyle ki tarafların tek ortak buluşma noktası Türkiye’dir. Zaten istedikleri bu antlaşmayı gerçekleştirmeye uygun başka zemin bulunmamaktaydı. İşte bundan dolayı Türkiye merkezi bir konumda yer almıştır.
Türkiye’nin de bu antlaşmaya dahil olması elbette bir başarıdır, ama bu durum bölgesel bir güç olmasından kaynaklı değildir.