Önceki yazımızda, 1940’lardan itibaren Arap ülkelerinden gelen Yahudilerin İsrail’e göç yolculuğunu ve karşılaştıkları zorlukları ele almaya çalıştık. Bu yazıda, bu göçmenlerin köklerinin devlet güvenliği bağlamında nasıl dönüştüğünü analiz edeceğiz. Sonraki bölümlerde ise Mizrahi deneyiminin günümüz İsrail siyasetine etkisini ve toplumsal entegrasyon sürecindeki yansımalarını irdeleyeceğiz.
***
MOSSAD’ın kuruluş dönemi incelendiğinde, devletin stratejik zaafını güçlü bir operasyonel silaha dönüştüren dikkat çekici bir paradoksla karşılaşılır.
Yeni kurulan İsrail devleti, varlığını tehdit eden Arap komşularını her anlamda izlemek zorundaydı, ancak yönetici kadrosu (çoğunluğu Avrupa’dan gelen Aşkenaz Yahudiler) bu kültüre tamamen yabancıydı. İşte bu boşlukta, yüzyıllardır Arap coğrafyasında yaşayan ve Arapçayı anadili, Arap kültürünü ise doğal yaşam biçimi olarak benimsemiş olan Mizrahi Yahudiler, bir anda eşsiz bir hazineye dönüştüler. Elbette bu hazinenin bedeli, Mizrahi kimliğinin, devletin güvenlik çıkarları için yeniden şekillendirilmesi ve araçsallaştırılmasıyla mümkündü.
Mistarvim: Kimliğin Silaha Dönüşümü
Analizin temelini oluşturan “Mistarvim” (Arap gibi yaşayanlar) birimi, bu sürecin en somut örneğidir. İstihbaratın Arap toplumları içinde görünmez kalma ihtiyacı, doğal olarak Mizrahi kökenli her kademe memurun ya da saha elemanının istihdamını zorunlu kılıyordu.
Mistarvim, sadece dil bilgisine değil, aynı zamanda Arap kültürünün en ince detaylarına, jestlerine, aksansız Arapçaya ve en önemlisiArap gibi düşünme becerisine sahipti. O nedenle kusursuz dil becerisinin yanında bu doğal yetenekleri sahada kusursuz bir kimlik simülasyonu yeteneği demekti.
Böylece, Mizrahi Yahudiler, bir zamanlar doğal olarak parçası oldukları dünyanın içine, bu kez “ajan” kimliğiyle sızdırılmaya, strateji merkezlerinde hasım devletleri analiz eden uzmanlar olarak çalıştırılmaya başlandılar.
Çatışan Kimlikler: Arap Yahudi’den Arap Kılığına Giren İsrailliye
Özellikle ilk kuşaklarda görev almış Mizrahi ajanlarının yayınlanan anılarında, bazıları yaşadıkları varoluşsal ikileme özellikle dikkat çekiyorlardı. Onlar, Arapça konuşmayı öğrenen değil, zaten anadili Arapça olan insanlardı. Ancak İsrail’in ulusal kimlik anlatısı içinde Arapça, Arap kültürü ve İslam kamusal alanda “düşman taraf” olarak kodlanırken, aynı dil ve kültür istihbaratın en kritik aracı haline geliyordu.
Bu durum, bazı ajanların iç dünyasında kimlik çatlağına yol açmış olsa da çoğu, kendilerine verilen görevleri hayatları pahasına yerine getirdi. Suriye rejimine sızmayı başaran Eli Cohen gibi figürler, kişisel fedakârlıkla özdeşleştirilen bir istihbarat mitinin parçası hâline gelirken, aynı dönemde yaşanan Lavon Olayı, bu yaklaşımın karanlık yüzünü ortaya koydu.
1954’te Mısır’da gerçekleşen bu gizli operasyon kapsamında, çoğu Mizrahi Yahudisi olan Mısırlı Yahudi gençler, İsrail istihbaratınca gizlice örgütlenmiş ve Batı hedeflerine sabotaj düzenlemeye teşvik edilmişti. Amaç, bu saldırıları Arap milliyetçilerine mal ederek Mısır’la Batı arasındaki ilişkileri zayıflatmaktı. Operasyon deşifre edilince, ajanların bazıları idam edildi, bazıları uzun yıllar hapis yattı. Devlet ise uzun süre olayın sorumluluğunu resmen üstlenmedi.
Devletin Çelişkili Bağımlılığı ve Sessizliğin Bedeli
İsrail Devleti, Arap dünyasına karşı sahip olduğu bu paradoksal bağımlılığı yıllarca sürdürdü. Bir yandan Arapça’yı toplumsal olarak marjinalleştirip Mizrahi kültürel mirasını zorla bastırırken, diğer yandan ordu ve istihbaratta bu beceriyi hayati bir araç olarak kullandı. Mizrahi ajanlar, telsiz çözümlemelerinden propaganda hazırlamaya kadar her alanda sistemin görünmez motoru oldular.
Ancak bu katkı, uzun yıllar boyunca ulusal anlatının dışında tutuldu. Arap kökenli olmak bir kusurdu ve asla bir meziyet gibi ön plana çıkacak mecra bulmamalıydı, hep gölgede kalmalıydı.
Sonuç olarak aradan geçen on yıllara rağmen, İsrail hâlâ bu çelişkinin gölgesinde yaşıyor. Arapça hâlâ sokakta değil, yalnızca güvenlik kurumlarında değer görüyor. Mizrahi kimliği ise hâlâ ulusal kimliğin merkezinde değil, bir ihtimal etrafında konumlandırılıyor.
Ancak artık dengelerin değiştiğinden bahsedilebilir: Devletin bir zamanlar yalnızca istihbarat malzemesi olarak gördüğü Mizrahi toplulukların ikinci, hatta üçüncü kuşakları, artık siyasetten orduya kadar karar mekanizmalarında belirleyici bir ağırlığa sahip.
Bir zamanlar Arap gibi konuşmakla görevlendirilenler, bugün İsrail’in Arap dünyasına karşı nasıl konuşacağına karar veriyor.
İşte bu dönüşümün, yani gizli kimlikten yön veren kimliğe geçişin günümüz İsrail politikasına nasıl yansıdığını ise bir sonraki yazıda ele alalım.
















