Dünyamızda yaşanan kitlesel göç hareketlerinin sebeplerini ve gelecekte bizi nelerin beklediğini incelediğimiz ilk yazımızdan sonra, genellikle yanlış ve birbiri yerine kullanılan dört kavramı açıklığa kavuşturmaya çalışarak göç konusunu incelemeye devam edeceğiz.
Bir ülke içinde ve dışında serbest dolaşım hakkı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde tanınmaktadır. 13. maddede “Herkesin, her devletin sınırları içinde dolaşım ve ikamet özgürlüğü hakkı vardır.” ve “Herkes, kendi ülkesi dahil, herhangi bir ülkeden ayrılma ve ülkesine dönme hakkına sahiptir.” denilmektedir.
Ancak kişinin ikamet ettiği ülkeyi seçmesini bir insan hakkı olarak tanıyan hiçbir uluslararası belge mevcut değildir. Bu sebeple, her ülkenin sınırlarından geçişi belirli kurallarla düzenleme ve bu kuralları yasalarla sağlama hakkı bulunmaktadır. Ve bu yasalara herkesin uyması beklenir.
Bu noktada mültecilik ve göçmenlik kavramlarının farkını hatırlatmakta fayda görüyorum. Zira uluslararası hukuk, göçmenler ve mülteciler arasında net bir ayrım yapıyor. Çünkü, mültecilik uluslararası hukuk tarafından korunan bir statüdür. Evrensel insan hakları ile doğrudan ilişkilidir.
Örneğin, herkes insanca yaşama hakkına sahiptir. Kimseye insanlık dışı, zalimce muamele uygulanamaz. Bu ve diğer evrensel insan hakları sadece modern hukuk tarafından ve yeni garanti altına alınmış değildir. Tüm dinler de bu hakları kabul eder ve korunmasını ister. Hal böyle iken insanca yaşama hakkına mani olan ve zalimce muamelelerde bulunan dindar görünümlü yöneticiler, bırakın dindar olmayı, insanlıklarını bile kaybetmişlerdir.
Cenevre Mülteci Sözleşmesinin 1. maddesine göre, “Irkı, dini, tabiiyeti, belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için, uyruğunu taşıdığı ülkenin dışında olup, bu ülkenin korumasını talep edemeyen veya bu korkulardan dolayı hak talebinde bulunmak istemeyen kişi” mülteci olarak tanımlanmaktadır.
Uluslararası mülteci hukukunun ana belgesi olan Mültecilere İlişkin Cenevre Sözleşmesi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından artan siyasi gerilimler nedeniyle kabul edilmiş ve bu zamana kadar zulüm gören milyonlarca insanın korunmasına yardımcı olmuştur.
Son yıllarda dünya genelinde mülteci sayısındaki dramatik artış ve göç sebepleri göz önüne alındığında, bu sözleşmenin tek başına, korunmaya muhtaç bütün insanlara yardımcı olamayacağı ortadadır.
Cenevre Mülteci Sözleşmesine Göre Mülteciliği Belirleyen Unsur
Görüldüğü üzere uluslararası mülteci hukukunun ana belgesi olan Mültecilere İlişkin Cenevre Sözleşmesi, çatışmalardan kaçan insanlara veya açlık sebebiyle ülkesini terk edenlere açıkça atıfta bulunmuyor. Ancak, söz konusu verilere göre, son yıllarda büyük mülteci hareketlerinin pek çoğu, bu sebeplerle tetiklendi
BM Göç Örgütü de bu nedenlerle kaçan ve devletleri tarafından korunamayan ya da korunmak istenmeyen kişilerin mülteci olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir. Burada belirleyici unsur, kişinin uluslararası korumaya ihtiyaç duyup duymadığıdır. Zira ilgili kişinin ihtiyaç duyduğu bu durumun menşe ülkesinde mevcut olmadığı görüşü öne çıkmaktadır.
Hatta uç bir örnek vermek gerekirse, suçlu olduğu sabit bir insanın bile, bu durumdan bağımsız olarak, evrensel hukukun korumasına muhtaç olabileceğini söyleyebiliriz. Yani siyasi olmayan bir suçla itham edilen bir kişi -suçlu olsun veya olmasın- siyasi veya başka bazı sebeplerden dolayı da zulme maruz kalabilir ve bu nedenle siyasi faaliyetlerden hüküm giymiş bu kişiler de mülteci statüsü kazanabilir.
Bu kapsamda vurgulamak gerekir ki, “geri göndermeme ilkesi” (yani, bir kişinin zulüm riski altında olduğu bir ülkeye zorla geri gönderilmesinin yasaklanması) uluslararası geleneksel hukukun bir parçasıdır ve bu nedenle her devlet için bağlayıcıdır.
İnsani sebeplere dayanarak bu korumanın genişletilmesi mümkündür. Örneğin, iklim değişikliği sebebiyle şimdiden “iklim mülteciliği” kavramının kullanıldığını görmekteyiz. Ancak dünya;
- Evrensel hukuki bağlayıcılığı olan bir metin üzerinde anlaşma,
- İklim mülteciliği ve çevresel mültecilik kavramlarının hukuki sonuçlarıyla beraber tanımlanması,
- Bu göçe maruz kalan insanların koruma altına alınmasının garanti edilmesi ve
- Gerekli planlamaların yapılması noktasında elini taşın altında sokmakta ihmalkar davranıyor.
Göçmen Kimdir?
Birleşmiş Milletlere (BM) göre göçmenlik, başka bir ülkede üç aydan fayla süre ile ikamet etmek olarak tanımlanmaktadır.
- Üç ila on iki ay arası kalış süresi söz konusu olduğunda “geçici göç”,
- Bir yıldan fazla kalışlar için ise “kalıcı göç” terimleri kullanılmaktadır.
Daha iyi bir yaşam umuduyla kendi ülkelerini terk eden insanlar, geçici veya kalıcı olarak başka bir yerde yaşamak için göç etmeleri noktasında turistlerden ayrılırlar. Bu insanlar yalnızca daha iyi bir yaşam istedikleri için ayıplanmamalıdırlar. Çünkü bu ikametleri, ilgili devlet tarafından verilen geçici ya da kalıcı statü (vize, oturum izni) ile sağlanmaktadır. Göçmen veya mültecilerin yerleştikleri ülkelerin yasalarına uymalarının zorunluluğundan, hatta örf ve adetlerine saygı duymalarının gerekliliğinden ise bahsetmeye bile gerek yoktur.
Anlaşıldığı üzere göçmenler, uluslararası mülteci koruma sistemi kapsamında değildirler. Bir göçmen genellikle yaşam koşullarını iyileştirmek için anavatanını gönüllü olarak terk eder. Geri dönmesi halinde ülkesinin korumasından yararlanmaya devam edebilir. Mülteciler ise zulüm tehdidinden kaçarlar ve mevcut koşullar altında, örneğin işkence ve hatta ölümle tehdit edilmeleri nedeniyle ülkelerine dönemezler.
İllegal Göçmen ve Düzensiz Göçmen
İllegal göçmen ve düzensiz göçmen kavramları da günlük hayatta çoğu kez yanlış, yersiz ve gereksiz kullanılmaktadır.
Neredeyse tüm mülteciler geldikleri ülkelere gerekli pasaport, vize vs. belgeleri olmadan giriş yapmak zorunda iken, illegal göçmen tabirin kullanılması mültecileri damgalamaktan ve hedef haline getirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Ayrıca Cenevre Mülteci Sözleşmesi, koruma arayan kişilerin sınırı izinsiz geçmeleri nedeniyle cezalandırılmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Düzensiz mültecilik kavramı da aslında, ilgili ülkede geçerli bir ikamet belgesi olmadan kayıtsız olarak bulunan yabancılar için kullanılması gereken bir tabir iken, genellikle fazla sayıda göçmen veya mültecinin varlığından şikayet edilirken kullanılmaktadır. Bu nedenle düzensiz göçmenlerden değil, düzensiz ikamet eden göçmenlerden bahsetmek şüphesiz daha doğrudur. Böylece düzensiz veya yasa dışı olanın kişiler değil, söz konusu kişilerin hedef ülkede kalışının olduğu anlaşılmış olur.
Bu bağlamda, medya ve siyasetçilerin kullandığı dilin önemi daha da belirginleşmektedir. Zira, özensiz bir üslup ya da yanlış kavramların kullanılması, bilerek veya bilmeyerek olumsuz algılara ve hatalı kolluk uygulamalarına neden olmaktadır.
Göç meselesini, göç eden kişiler ve ev sahipliği yapan ülkeler ve insanlar açısından da etraflıca ele almalıyız. Bu bağlamda yabancılara yönelen nefretin sebeplerini ortaya koymaya çalışarak devam edeceğiz.