2016 yılı…
Aylardan Ağustos ya da Eylül…
15 Temmuz sonrasında yaşanılan travmanın etkilerinin henüz çok taze olduğu günler…
Meslekten ihraç edilip sosyal ölüme terk edilişimin ilk ayları…
Aklımda hep aynı sorular:
“Ne oldu?”
“Kim yaptı?”
“Ne zaman bitecek?”
Tozun dumanın henüz bugünkü kadar bile dağılmadığı, herkesin birbirinden şüphelenip kendi derdine düştüğü mahşervari günler…
O dönem Jandarma Özel Asayiş Komutanlığında (JÖAK) çalışan bir devre arkadaşım bütün devre arkadaşlarımızın dâhil olduğu bir WhatsApp grubunda “Kardeşe kardeş kurşunu sıktıranların Allah belasını versin!” mealinde bir paylaşım yapmıştı. O arkadaşın bu paylaşımı bana ilk önce sözde darbe girişimine katılarak sivil ve asker kişilere karşı silah kullandığı iddia edilen askerlere yönelik duyduğu öfkesinin dışa vurumu gibi gelmişti.
Zira 15 Temmuz gecesi bazı yerlerde suni çatışmalar üretilmiş ve ülke genelinde 251 vatandaşımız şehit olmuştu. O gece JÖAK’ta hazırlanan birkaç Özel Operasyon Timinin Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhına müdahale kuvveti olarak gönderildiğini ve orada sıcak çatışmalar yaşandığını mahkeme kayıtlarından biliyorum. Bu Timler Tümgeneral Arif Çetin’in emriyle Jandarma Karargâhının hemen kapı komşusu olan meskun mahaldeki bir apartman dairesinde konuşlanmış ve gece görüş sistemleriyle de teçhiz edilmiş yüksek donanımlı silahlarıyla kışla içinde gördükleri herkese hedef gözetmeksizin ateş etmişlerdi. Aralarında ertesi sabah teslim olurken katledilen Yüzbaşı Yasin Özdemir’in de bulunduğu birçok meslektaşımız özellikle gece boyunca JÖAK Timlerinin keskin nişancı atışları neticesinde yargısız infaz edilmişlerdi. JÖAK Özel Operasyon Timlerinin hedef gözetmemeleri o anda kışla içerisinde bulunan herkesi doğrudan “darbeci” ya da “terörist/düşman” olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor ki, kanunların vermediği böylesine yetkileri kendilerinde gören bütün sorumlular gelecekte zırvasından zirvesine kadar mutlaka yargılanacaklar.
Kendisi bahsedilen olayda görevli miydi bilemiyorum, fakat o arkadaşımın en azından böyle bir ortama tanıklık etmiş, görevlendirildiyse belki de kendisi de ateş etmiş bir asker olarak nasıl bir duygu karmaşası yaşamış olabileceğini, silah arkadaşlarına ve hatta devre arkadaşlarına ateş ederken nasıl bir psikolojinin içinde olabileceğini varın siz tahmin edin. “O ateş etmiş de “darbeciler” etmemiş mi?” diye düşünen okurlar için şunu hatırlatmakta fayda görüyorum. O gece Jandarma Karargâhı çevresinde şehit edilen vatandaşların hiç birinin vücudundan o gün karargâhta kullanılan silahlardan atılan mermi çekirdeği çıkmadı. Bu detay da yine otopsi kayıtlarıyla sabittir. Diğer taraftan JÖAK’tan oraya gelen unsurlar içinde şehit olan yahut yaralanan bilgisi de kamuoyu ile paylaşılmadığına göre “darbeci” olarak yaftalanmış mahkûmların ateş etmemiş olma ihtimalleri çok yüksek duruyor.
Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in Beyanları
Geçtiğimiz günlerde Sincan Cezaevi yerleşkesi içinde görülen ve Genelkurmay Çatı Davasından da ayrılan 15 Temmuz şehitlerimize ilişkin davada söz alan eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş hakimler huzurunda şu açıklamaları yaptı:
“…Marmaris’e Antalya’dan gelen 3 helikopter var. Üstünde jandarma yazdığını gören tanıklar var. Otel sahiline halatlarla inen siyah kıyafetli, gaz maskeli kişiler, Erdoğan’ın otelden ayrılmasından kısa bir süre sonra 2 polisi öldürüyor. O polislerin katillerini bulmak bizim boynumuzun borcu. Biz o saatte İzmir Çiğli’deyiz. Hiç kimse, ne savcı ne polis, bize öldürülen o polislerle ilgili soru sormadı; ama oradan ceza aldım. Burada Abidin Ünal önemli. Niye? Çünkü mahkeme istediği halde radar kayıtlarını o ve Yılmaz Özkaya ile İsmail Güneykaya göndermedi…”
Başından sonuna kadar çarpıcı olan bu açıklamalardaki en somut gerçek Marmaris’te Erdoğan’ın kaldığı otelde görevli iki polis memurunun -Sönmezateş ve timi henüz İzmir’deyken- otel bölgesine inen birileri tarafından şehit edilmiş olmaları. Böyle bir gerçek ortadayken olan biten her şeyin sorumlusu olarak kabul edilmiş ve yüzlerce ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmiş Sönmezateş’e ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında bu konuda bir tane bile soru sorulmamış olmasını birilerinin izah etmesi gerekmez mi?
Sönmezateş’in timinin tüm helikopter hareketleri ve otelin adresini sorduklarını da gösteren kamera kayıtları kamuoyuna duyurulurken, oteldeki polisleri şehit eden kişileri taşıyan helikopterlerin tüm radar kayıtları “mahkemelerin taleplerine rağmen” gönderilmedi ve ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu nedenle uzunca bir zamandır polisleri şehit eden kişileri taşıyan bu helikopterlerin ve içindeki kişilerin başka bir ülkeye ait olabileceği ya da IŞİD üyesi olabilecekleri üzerinde tartışmalar yapıldı.
Sönmezateş’in tanık beyanlarına dayandırdığı iddialarına göre ise üzerinde Jandarma yazılı helikopterlerden siyah kıyafetleri ile ve halat kullanarak direkt otelin sahiline inen kişilerden bahsedilmesi akıllara o dönem Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bu tarz kıyafet giyen ve hareket tarzı bakımından da uygulamaları birebir örtüşen bir tek ihtimali getiriyor:
Yeni adıyla Jandarma Komando Operasyon Timleri (JOPER)…
Bu Timler baştan ayağa siyah kıyafetler giyerler, rütbe, isimlik gibi aksesuarlar kullanmazlar ve tamamen gece koşullarına uygun bir şekilde operasyonlarını icra ederler.
Bu timlerin bir başka özelliği de helikopterden “Fast-roping” adlı hızlı tahliye metodu ile iniş yapmalarıdır ki bu yöntem JÖAK bünyesindeki birçok unsurun ve özellikle JOPER Timlerinin gösteri, tatbikat ve operasyonlarda sıklıkla kullandığı bir yöntemdir.
Sönmezateş’in tanık beyanına dayandırdığı iddiasında geçen bir diğer husus da helikopterde “Jandarma” yazısının olmasıydı. O dönem Jandarmanın Sikorsky tipi helikopterlerini Kara Kuvvetleri Komutanlığındaki ya da diğer Kuvvetlerdeki benzer helikopterlerden ayıran en belirgin iki husus vardı. Bunlardan birincisi Kara Kuvvetleri helikopterlerinin kamuflaj teması yerine koyu haki renkte dış boya kullanılmasıydı. İkinci ayırt edici husus ise siyah ya da beyaz renkle yazılan “Jandarma” ibaresiydi.
Öyle görünüyor ki resmi 15 Temmuz söylemi artık dikiş tutmuyor. Deliller toplandıkça toplanıyor.
15 Temmuz’un bir yıl dönümünü daha geride bırakırken gerçek faillerinin de gerçek kahramanlarının da ortaya çıkacağı günlere bugünden selam ediyorum ve JÖAK’çı arkadaşım gibi diyorum:
“Kardeşe kardeş kurşunu sıktıranların Allah belasını versin!”…