İktidar ile muhalefet arasındaki ilişki, siyaset biliminin bitmeyen çilesi. Bu çilenin ülkeye yarar sağlayacak bir diyaloğa dönüştüğünü görmek pek mümkün olmuyor. Neden? Çünkü iktidar muhalefetin, muhalefet de iktidarın “ötekisi” olarak konumlandırılıyor. Bu konumlandırma politikacıların söylemlerinden taşarak takipçilerin/destekçilerin dillerine de yerleşince, sadece siyaset arenasında değil toplumda da önü alınamaz bir sağırlar diyaloğu alıp başını gidiyor.
Siyaset dilini, “ötekileştirme”yi tahkim etmek üzerine kuran iktidar ve muhalefet aktörleri ile ne siyasal ne sosyal ne kültürel ne de hukuki bir ortak payda oluşturmak mümkün değil.
İktidarın ötekileştirici diline karşı ilkesel değil de basit bir tepkisel tutum sergileyen muhalefet, iktidarın politikalarını denetleyen etkin bir mekanizma olma işlevini maalesef kaybetti. Bu işlev kaybolduğundan beri de iktidar totaliter bir hüviyete doğru evrilmeye başladı. Türkiye’de yaşanan hadise bundan ibarettir. Bu sürecin hızlı bir şekilde hayatımızı etki altına almasında, yasama organının kontrol ve denetim mekanizmasını etkin olarak kullanamayan muhalefet partilerinin ciddi sorumluluğu var.
Bu ilkesel değil de basit tepkisel tutumdan kaynaklanan işlev kaybının tek sorumlusu sadece meclis çatısı altındaki muhalefet partileri midir? Onlar kadar, parlamento dışındaki “muhaliflerin” de sorumluluğundan bahsetmek zorundayız.
İnanç, ırk, ideoloji, farklı hayat anlayışları, siyasal tercihler vb nedenlerden ötürü iktidar tarafından ötekileştirilen kesimler, kendilerini iktidar muhalifi olarak tanımlıyorlar. Farklı görüş ve duruşlara sahip olan bu kesimler maalesef zaman zaman iktidarın ayrıştırıcı dilini ve terminolojisini bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde kullanıyorlar. Bu durum hukuksuz, antidemokratik, baskıcı, ötekileştirici uygulamalara karşı ortaya konması gereken mücadelenin direncini kırıyor ve ortak payda beklentilerini neredeyse imkânsız hale getiren bir yanlışlığa dönüşüyor.
Ortak Payda Mümkün mü?
Muhaliflik, iktidar tarafından ötekileştirilmekten ötürü ortaya çıkan bir statü olabileceği gibi kişinin kendisini “muhalif” olarak tanımlaması ile de oluşabilir. Tabii ki iktidarın ötekileştirici tutumu baskın bir hal almasa, bireylerin kendilerini muhalif kimliklerden birisi ile tanımlamaları yaygınlaşmazdı. Fakat asıl büyük sorun totaliter iktidarın bütün muhalifleri tek çatı altında gösterme eğiliminde olmasıdır. Bu eğilim çoğu zaman üst seviyeden bir tehdit söylemi ile tezahür eder. Bütün muhalifler hain ya da terörist olarak yaftalanır. İktidarın bu tarzdaki yaftalaması karşısında kimi muhaliflerin kendilerini bu kategorizasyondan ayrıştırma gayretinde olmalarını doğrusu ben çok acıklı bir çırpınış olarak görüyorum.
Diğer yandan ortak payda anlayışı sadece iktidar karşıtlığı olarak şekillendirilmek istenirse, bugün birleşilen müşterekler, iktidar değişiminde kaçınılmaz olarak yeni bir ayrışmanın argümanına dönüşür.
İktidarın önce öteki, sonra da hain, terörist, casus, şucu-bucu olarak etiketlediği kişileri şeytanlaştırmasını normalleştiren her muhalefet aktörü ve destekçisi, hiç ummadığı bir anda aynı etiketleme yöntemiyle kendisinin de şeytanlaştırılabileceğini unutuveriyor. Tek tek isimleri ve etiketleri burada sıralamanın gerekli olmadığını düşünüyorum. Zira günden güne bu isimlere ve etiketlere yenileri eklenebilmekte.
Peki muhalefet yelpazesinin geniş alanı içinde hayatın muhtelif meselelerine dair bir duruş sergilemek adına ortak paydalar oluşturulabilir mi? Zannediyorum bu soruya büyük çoğunluk “Evet oluşturulabilir” şeklinde cevap verecektir. Benim cevabım da “evet”. Fakat teoride gayet mümkün görünen ve haddizatında kulağa da pek hoş gelen bu söylem, neden etkin bir biçimde hayata geçirilemiyor? Galiba “şeytan” ayrıntıda gizli. Gerçekten de öyle mi?
Şeytan Ayrıntıda Gizli
“Şeytan ayrıntıda gizlidir” sözünün kullanılagelen anlamında bir sorun olduğunu düşünüyorum. Gizemli ve detaylı olana, başarıya ulaşmak için ince işçiliğin gerekliliğine atıf yapan anlamlandırmayı ne doğru ne yeterli buluyorum. İki kelimenin yerini değiştirip “Ayrıntıda şeytan gizlidir” dediğimizde sanki daha doğru bir önermede bulunmuş oluyoruz.
Şöyle ki;
İktidar muhalifi olan kesimlerin “haklı” müşterek noktaları çoğaltarak bir araya gelmelerinin önündeki en büyük engelin “küçük” ayrıntılarda gizli olduğunu düşünüyorum. Bunlara “küçük şeytanlıklar” da diyebilirsiniz. Zira hayata aynı gözlüklerle bakmıyor olmaları muhalif kesimlerin bu “küçük” ayrıntıları, büyük ayrıştırıcı unsurlarmış gibi görmelerine neden oluyor. Oysa her muhalif kesimin yara aldığı yer aynı: Temel insani değerlerin, evrensel hukuk ilkelerinin iktidar eliyle ihlal edilmesi. Bir muhalifin göz göre göre çiğnenen hakkının başka bir muhalif tarafından görmezden gelinmesi, ortak payda olgusunun oluşmasının önündeki en büyük engel olarak karşımızda durmaya devam ediyor.
Ayrıntılardaki incelikler (aslında şeytanlıklar) öyle bir seviyeye erişiyor ki, birleşme noktalarındaki detaylar ayrışmanın nedenine dönüşüyorlar. Zira insan doğası ayrışmaları köpürtmeye oldukça müsait. İktidarın bizzat baş aktörleri tarafından muhaliflerin kucağına bırakılıveren bu ayrıştırıcı söylem ve etiketler, muhaliflerin güçlenmek için ihtiyaç duydukları ortak payda zeminini yerle bir etmeye yetiyor da artıyor bile.
Bunu aşmanın bir ya da birçok yolu mutlaka bulunmalıdır.
Benzerlikleri ön plana çıkarmak, detaylardaki farklılıkları sosyal birer zenginlik olarak kabullenmek zannediyorum “ortak payda” kavramının ete kemiğe bürünmesi açısından iyi bir başlangıç olacaktır. Ve ardından evrensel insani değerlerin hayata hayat kılınmasının samimane mücadelesine koyulmak.
Velhasıl muhalif olmak bir ortak payda değildir, öyleymiş gibi görünse bile. Muhalifleri birleştirecek yegâne payda muhaliflik etiketi değil ortak demokratik, insani ve evrensel değerlerin benimsenmesi ve bu uğurda mücadele edilmesidir.