Bir arada yaşamak, insanın hem temel ihtiyaçlarının sağlanmasında hem de güvenlik gereksinimlerinin giderilmesinde temel şartlardan birisidir. Bu ihtiyaçların teminiyle de insanın refah seviyesinde ciddi değişimler olmaktadır. İnsanın faydasına olan bütün kazanımlar onun çıkarıdır. Refah seviyesiyle doğrudan ilişkili olan insan çıkarları, çoğu zaman insanın yaşam çizgisinde en güçlü etkenlerden olmaktadır. Bireylerin ve toplumların çıkarlarının eşitlenemeyeceği ve kaynakların da sınırsız olamayacağı düşünüldüğünde çıkar çatışması kaçınılmazdır.
İnsanlık, bireylerin ve toplumların menfaatler dengesi içinde, birbirlerine olan etkilerini ve bu etkilerin sonuçlarını uzun süre düşünmüş, çeşitli metodolojiler üzerinde çalışmış, birçok düşünce sistemi ve modelleme ortaya konmuştur. Fikrimce son üç asırda bu akımlardan iki tanesinin insanlığın kaderine çok büyük etkisi olmuştur.
Adam Smith – Bireyselcilik ve Görünmez El
“Laissez-faire, laissez-passer!” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!)
Adam Smith’in 1776 yılında “Ulusların Zenginliği” kitabında hayat bulan bu sözü, serbest piyasa ahlakının oluşmasında temel etkenlerden birisi olmuş ve devamında Smith’in “Kapitalizmin babası” olarak adlandırılmasını sağlamıştır. Smith’in düşünceleri, toplumsal karar alma mekanizmalarını güncellemiş, siyasal ve güvenlik mekanizmalarını da doğrudan etkisi altına almıştır.
18. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da baş döndürücü gelişmeler yaşanmıştır. Ekonomi eksenli çok büyük değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler insanların çıkarları ve ahlakî değerleri arasında ciddi bir çatışma zemini oluşturmuş ve bu süreçte ciddi bir çözüm ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Smith, “ahlak”-“ekonomik çıkar” uyuşmazlığında insanları rahatlatacak bir çözüm bulmuştur. Smith insanların zenginliğe ulaşması için, serbest ve özgür olmaya ihtiyaçlarının olduğuna ve buradaki kararlarında kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri gerektiğine inanıyor ve bireylerin zenginliğe ulaşmak için gösterdikleri çabanın ahlakî bir değer taşıdığını kabul ediyordu. Smith’e göre kendi çıkarlarına ulaşmak için çabalayan insanların arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar yüce “görünmez el” tarafından dengeleniyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, sömürgecilik olgusu dahi görünmez el aracılığı ile pozitivize edilmiştir.
İnsanların kendi refah seviyeleri ve güvenlik ihtiyaçları için, başka insanların hak ve hukukunu hiçe sayma durumu örtülü olarak en birincil politika haline getirilmiştir. Ama nihayetinde 1929 ekonomik buhranında ve devamında bu “görünmez el” insanlara tarihin en büyük darboğazlarından birini yaşatmıştır.
1929 ekonomik buhranı nedeniyle Amerika’nın Almanya’ya verdiği kredilerin kesilmesi, Alman halkının içine girdiği ekonomik krizle marjinalleşmesi ve milliyetçilik akımının güçlenmesiyle birlikte, Alman devleti krizden çıkabilmek için kamu harcamalarını artırmıştır. Artırılan kalem bellidir: Silah üretimi. Silahlanmanın ve yükselen milliyetçilik akımının nihai sonu 2. Dünya Savaşı olmuştur. Yaklaşık 60 milyon kişi bu savaşta hayatını kaybetmiştir.
Buraya şimdilik bir nokta koyup başlıktaki diğer konuya değinmek istiyorum.
Nash Dengesi – Fedakârlık, Ortak Kazanımlar ve Oyun Teorisi
1929 ekonomik buhranı ve 2. Dünya savaşı sonrasında, sadece kendi çıkarlarına hizmet etmenin, diğer bireylerin çıkarlarıyla çatıştığında nasıl ortak bir felakete ve yokluğa sebep olacağı çok iyi görülmüştür. Herkesin, içinde bulunduğu topluluk için kendi çıkarlarından fedakârlıkta bulunması gerektiği net bir şekilde anlaşılmıştır.
Birçoğumuz Amerikalı matematikçi John Nash’in hayatına dayanan “Akıl Oyunları” filmini izlemişizdir. Nash film içerisinde bir barda arkadaşları ile otururken güzel bir kadını etkilemek ve onunla dans etmek isteyen arkadaşlarıyla ilgili bir analiz yapar. Orada Adam Smith’in teorisi ile birlikte kendi teorisini de çok güzel açıklar. Arkadaşları Nash’e Smith’in şu sözünü söyler: “Rekabet durumunda kişisel hırslar ortak çıkarlara hizmet ederler.” Devamında da her koyunun kendi bacağından asılacağını iddia ederler. Herkesin güzel kadınla dans edebilmek için serbestçe mücadele edebileceğini söylerler. Ama Nash orada arkadaşlarını düzeltir ve şu şekilde cevap verir: “En iyi sonucu almak için gruptaki herkesin, hem kendisi hem de gruptaki diğerleri için en iyiyi yapması gerekir.” Yani işin aslı kendi çıkarlarını grubun çıkarlarıyla bağdaştırarak gerçekten en iyi sonuca ulaşılabileceğini söyler. Herkesin güzel kadınla dans edebilmek için çaba sarf ettiği senaryonun başarıya ulaşma şansı hiç olmayacaktır.
Yukarıda anlattığım film kesitinden bir sahne benim için, Nash’in “oyun teorisi”nin en net hikâyesidir. Herkes için geçerli bir iktisat tanımı vardır: “Sınırlı kaynakların sınırsız ihtiyaçlar için kullanımı.” Nash’e göre bireylerin çıkarlarında yapacağı fedakârlıklar, içinde bulunduğu grubun faydasına olacak ve bu şekilde birey yapmış olduğu fedakârlığın karşılığını fazlasıyla alacaktır. Nash bireyleri birbirinden habersiz oyuncular olarak tanımlamaktadır. Bireylerin yapmış olduğu davranışları bir oyun olarak görür ve buna ilişkin düşüncesini “oyun teorisi” olarak adlandırır.
Oyun teorisi kendi içinde birçok kurama ve örneklendirmeye dayanmaktadır.
Oyun teorisi, toplum içindeki çıkarlar dengesidir. Bu dengeyi açıklayan en güzel örnek “mahkûm ikilemidir”. Varsayalım ki siz ve arkadaşınız bir konuda suçlanmaktasınız. Polis her ikinize de aynı anlaşmayı teklif ediyor: Sessiz kalmak ya da arkadaşınızı suçlayarak itirafta bulunmak. Eğer itirafta bulunur ve arkadaşınızı suçlarsanız 2 yıl ceza alacaksınız, arkadaşınız ise 10 yıl ceza alacak. İkiniz de itirafta bulunur ve birbirinizi suçlarsanız 8’er yıl ceza alacaksınız. İkiniz de sessiz kalırsanız 5’er yıl ceza alacaksınız.
Burada temel stratejiniz ne olmalı? Oyuna bakıldığında her iki oyuncunun da kısa süreli hapis cezasını tercih ederek kendi çıkarını maksimize etmeye çalıştığında kendisinin ve arkadaşının cezasını kısaltma yönünde bir fayda elde edemeyeceği açıktır. Ancak taraflar kendi çıkarlarının yanında diğerinin çıkarını da hesaba kattığında hem kendisinin hem diğerinin cezasını kısaltmış olacaktır.
Herkesin kazandığı, ama az kazandığı, nihayetinde ortak kazanımların daha fazla olduğu, kayıpların minimalize edildiği bir dünya hayal eder Nash.
Geçmişten Bugüne
Sanayi devrimiyle birlikte küreselleşen dünyada ekonomik modellemelerle birlikte güvenlik modellemelerinde de değişimler olmuştur. Kendi çıkarlarını birincil plana koyarak diğer toplumların çıkarlarını hiçe sayan devletler çok büyük ilerlemeler kaydetmekle birlikte diğer toplumların ilerlemelerini çok büyük sekteye uğratmışlar, dünya üzerinde çok büyük adaletsizliklerin oluşmasına zemin hazırlamışlardır. İlerleyen zaman içerisinde dünyanın birçok bölgesinde ortaya çıkan gerileme büyük güvenlik açıklarına ortam sağlamış, bu güvenlik problemleri gerek bölge insanını gerekse dünyanın diğer toplumlarını etkilemiştir.
Günümüzde, sömürgecilikle kaynakları yağmalanan Afrika toplumlarının geldiği nokta bu toplumları sömüren toplulukları tehdit eder boyuta gelmiştir.
Afganistan toplumu da bu modern çıkar gruplarının hedefi haline gelmiş ve nihayetinde Afgan toplumunun güvensizlik ortamı tüm dünyayı etkiler hale gelmiştir.
Suriye toplumu da en net örneklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriye toplumunda güvenlik problemlerine zemin hazırlayan çevre ülkelerdeki dikta ve hukuksuz rejimler ve bunların faaliyetlerini çıkarları için kullanan modern toplumlar şu anda bu toplumun çektiği acılardan paylarını almışlardır.
Avrupa toplumları kendi çıkarları doğrultusunda yıllarca ucuz gaz için Rusya’ya bağlandı. Rusya kaynaklı hukuksuzluklara, savaşlara, zulümlere güçlü bir şekilde sesini çıkarmadı. Devam eden Ukrayna-Rusya savaşında, Avrupa şu an çok ciddi bir çıkmazda ve güçlü bir karşılık vermekten aciz. Yıllardır elde ettiği kazanımları kısa sürede kaybetti.
Günümüzde hâlâ dünyanın birçok yerinde insanlar hukuksuzluklara uğramakta, hakları gasp edilmekte ve yokluğa mahkûm edilmektedir. Çin’in Uygurlara uyguladığı soykırım politikası birkaç devletin yetersiz engelleme çabasının yanında birçok devlet tarafından sadece seyredilmektedir. Çin malı olarak ucuz diye aldığımız bir kurşun kalemde acı, kan ve gözyaşı ile sömürülmüş bir Uygur’un hakkı olma ihtimali vardır. Burada hukuksuz bir gücün büyümesine destek veren dünya halkları yıllar içerisinde bu hukuksuzluk sisteminden paylarını alacaklardır. Belki şu an Rusya-Ukrayna savaşında kaybedilen kazanımların çok daha fazlası kaybedilecektir.
Sonuç Olarak
Geçmişten bugüne Nash’in oyun teorisine uyan, herkesin kazanmasını hedefleyen sistemler ve modeller insanlara ve içinde bulundukları toplumlara her zaman huzur kaynağı olmuşlardır.
Evet, Adam Smith’in hesabı tutmadı ve insanlara birçok felaketin kapısını araladı. Smith’in “görünmez el”inden oturduğu yerde sadece kendi çıkarı için medet bekleyenler şunu unutmamalıdır ki, küreselleşen dünya sistemi artık kapalı toplum yapısını kabul etmiyor. Dünyanın herhangi bir yerinde ateşlenen bir silah, patlayan bir bomba veya hakkı yenen bir insanın feryadı yarın kapımızın önünde kaçınılmaz bir şekilde belirecek.
Yapılacak modellemeler ve oluşturulacak sistemlerde veya bireysel olarak atılacak adımlarda Smith hesabı yapanlar hep kaybedecek ve kaybettireceklerdir.