24 Şubat’ta başlayan Ukrayna- Rusya savaşı hâlâ devam ediyor. Bilindiği üzere, Rusya, Ukrayna topraklarında yer alan ancak Rus yanlısı silahlı gruplar tarafından kontrol edilen Donetsk ve Luhansk bölgelerini bağımsız halk cumhuriyetleri olarak tanımıştı. Sonraki süreçte bu iki bölgenin korumalığını üstelenmek bahanesiyle uzun zamandır sınırına silahlı kuvvetlerini yığdığı Ukrayna’ya saldırmıştı.
Bu yazıda, siyasî sebep ve sonuçları bir tarafa bırakarak, Ukrayna-Rusya savaşı güncelinde savaş olgusunun uluslararası hukuktaki yerini incelemeye çalışacağız.
Savaş hukuku veya diğer adıyla uluslararası insancıl hukuk, savaşa girişmek için kabul edilebilir gerekçeleri ve savaş sırasında sergilenen davranışların sınırlarını belirleyen hukuk dalıdır.
Uluslararası Sözleşmeler
Uluslararası savaş hukuku insan hakları temellidir. Bu alanı düzenleyen sözleşmelerin öncelikli amaçları sivilleri ve silahlı güçleri birbirinden ayırarak bölgedeki sivil unsurları silahlı çatışmalardan korumak, savaş bölgelerindeki sivil unsurlara verilmesi muhtemel zararları önlemek veya en aza indirgemek için gerekli olan tüm önlemlerin alınmasını sağlamaktır. Ayrıca savaş esiri veya savaş suçu gibi konular da bu kapsamda düzenlenmektedir.
Bu alandaki başlıca sözleşmeler şunlardır:
- 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi,
- 1977 tarihli Cenevre Sözleşmesine ek 1. Protokol,
- 1907 Lahey Sözleşmeleri tarafından yönetilen Savaş yöntemleri,
- Diğer uluslararası savaş hukuku normları
Buna göre, Rusya’nın Ukrayna saldırısı, başta bu dört sözleşmeye göre ‘‘uluslararası silahlı çatışma’’ tanımına uymaktadır. Her iki tarafın da taraf olduğu (ulusal veya uluslararası çatışma durumlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirleyen en temel sözleşmeler olan) 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve ona ek 1. Protokol’e göre; Ukrayna sınırlarını ihlal eden Rus birlikleri ‘‘işgal gücü’’ olarak tanımlanabilir. Ayrıca, yine bu sözleşmelere göre; Ukrayna sınırları içerisindeki Donetsk ve Luhansk bölgelerinin kendi bağımsızlıklarını ilan etmeleri ve de Rusya’nın o bölgelerin bağımsızlığını kabul etmesi, Rusya’nın bu harekâtının bir işgal olduğu gerçeğini değiştirmez.
Diğer yandan, insan haklarını düzenleyen uluslararası sözleşmeler de sadece barış dönemlerinde değil, silahlı çatışmalar ve işgaller de dahil olmak üzere savaş dönemlerinde de geçerlidir.
Bu sözleşmeler ise şöyle sıralanabilir:
- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS),
- BM Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR),
- BM İşkence ve Diğer Zalim, İnsanlık Dışı İşkenceye Karşı Sözleşme veya Aşağılayıcı Muamele veya Ceza (CAT),
- İnsan haklarını düzenleyen diğer uluslararası sözleşmeler.
Yine her iki tarafın da üye olduğu bu sözleşmeler, işkence ve insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı, ayrımcılık yasağı, adil yargılanma hakkı gibi temel insan haklarını düzenlerler.
Her ne kadar savaş ve olağanüstü hallerde bazı insan hakları üzerinde, durumun gerektirdiği ölçüde kısıtlamalara izin verilse bile; yaşama hakkı, işkence ve diğer kötü muameleden korunma hakkı, habersiz tutuklama yasağı, tutukluluğun hukuka uygunluğunun yargısal denetimini sağlama görevi ve adil yargılanma hakkı gibi temel haklara her durumda saygı duyulması gerekmektedir.
Askerî- Sivil Hedefler
Askerî bir hareketin amacı sadece“askerî hedeflerle” sınırlı olup kesinlikle ‘‘sivil unsurları’’ içeremez. Askerî hedefler, düşman askerleri, silahları, mühimmatı, askerî binalar, askerî amaçla inşa edilmeseler bile savaş zamanında o amaçla kullanılan binalar ve askerî araç-gereçler gibi ‘‘askerî bir avantaj sağlayan unsurlardan’’ ibarettir.
Siviller ise sadece askerî unsurlara doğrudan katıldıkları durumlarda askerî hedef statüsünde değerlendirilirler. Bunun dışında askerî bir amaç olarak kabul edilmeyen hiçbir sivil unsur, bir askerî çatışmada hedef olamaz.
Sadece asker olmayan kişiler değil, evler, işyerleri, ibadet yerleri, hastaneler, okullar ve kültürel anıtlar gibi sivil yapılar da bir askerî amaca tahsis edilmedikleri sürece hedef seçilemezler. Öyle ki, bir unsurun askerî mi yoksa sivil bir unsur mu olduğu hususunda tereddütler varsa onun da sivil hedef olduğu kabul edilmeli hedef dışında tutulmalıdır.
Bir kere, savaş hukuku, sivil unsurlara yapılan saldırılar ile belirli bir askerî hedefe yönelik olmadan askerî-sivil ayrımı yapmayan bütün saldırıları yasaklamaktadır. Ayrım gözetmeyen saldırılar, sivil unsurların da bulunduğu bir bölgedeki noktaları askerî hedefler ile bir tutup tek bir askerî hedef olarak gören saldırılardır.
Buna göre, saldırılar sadece ve açıkça askerî hedeflere yönlendirilmeli ve sivil unsurlara zarar verilmemelidir. Eğer ki, kullanılacak silahların tahrip gücü sivillere de olası bir zarar verecekse veya hedefte sapma gibi bir riski varsa kesinlikle kullanılmamalıdır. Örneğin, bazı mayınlar ve misket bombaları, sivil unsurlara da zarar verebilme riski nedeniyle uluslararası sözleşmelerle kati surette yasaklanmıştır.
Meskûn Mahalde Silahlı Çatışmalar
Uluslararası insancıl hukuk, sivil nüfusun yaşadığı meskûn mahallerde savaşmayı yasaklamamakla birlikte, o bölgelerdeki sivil unsurların varlığı, savaşan taraflara ciddi sorumluluklar yükler. Bir kere taraflar, sivillere verilen zararı en aza indirecek adımlar atmaları, sivil unsurları korumak için son derece dikkatli olmaları ve bu kayıpları önlemek veya en aza indirmek için mümkün olan bütün tedbirleri almak zorundadır. Bu önlemleri almak için de askerî güçler sivil nüfusun yoğun olduğu bölgelerde konuşlandırılmamalı ve o bölgelerde çatışmaya girmekten kaçınmalıdırlar.
Her ne suretle olursa olsun, askerî unsurlar, askerî karşı saldırıları bertaraf etmek için sivil unsurların varlıklarını kasıtlı olarak kullanamazlar; aksi durumda bu şekilde kullanılan sivil unsurlar da karşı taraf için birer askerî hedef haline gelmiş sayılırlar.
Her savaşta olduğu gibi, Ukrayna-Rusya Savaşı’nda da özellikle tahribat gücü geniş alanlara etki eden ağır top saldırıları ve hava bombardımanları gibi tehditleri de içeren EWIPA (meskûn mahallerde patlayıcı silahların kullanılması), sivil-askerî unsur ayrımı gözetmeyen saldırılar ve orantısız saldırılar en çok dikkat edilmesi gereken meselelerdir.
Savaş bölgelerindeki kentlerin ve diğer yerleşim alanlarının saldırılarda hedef alınması çok sayıda sivil üzerinde öldürücü, yaralayıcı ve psikolojik açıdan zarar verici niteliktedir. Sadece sivil vatandaşlar değil, hastane, okul, altyapı sistemleri gibi diğer sivil unsurlara verilen zararlar da kısa ve uzun vadede benzer etkileri doğurur. Bu sebeple İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası organizasyonlar sürekli olarak savaşan taraflara meskûn mahallerde silahlı çatışmalara girilmemesi ve yine buralarda sivil unsurlara da etki edebilecek ağır patlayıcı silahların kullanılmaması çağrısında bulunmaktadırlar.
Savaş esirleri (Prisoner of War- POW) meselesini Cenevre Sözleşmesi (3. muahede) düzenler. Buna göre başlıca savaş esirleri, uluslararası bir silahlı çatışmada düşmanın eline geçen silahlı kuvvetler mensupları, sözleşmede belirtilen koşulları karşılayan milisler, silahlı kuvvetler mensubu olmamakla birlikte onlara eşlik eden kişiler, toplu şekilde silahlanan siviller ve silahlı kuvvetlerle ortak hareket eden gazetecilerden oluşmaktadır. Savaş esirleri, silahlı çatışmaya katıldıkları için değil, işledikleri savaş suçlarından dolayı yargılanabilirler.
Savaş esirlerini alıkoyan tarafın silahlı güç mensupları hangi sağlık hizmetinden yararlanıyorsa, alıkonulan yaralı veya hasta esirler de aynısından yararlanmalıdırlar. Ayrıca temel insan haklarının bir gereği olarak kadın savaş esirlerine her zaman saygı gösterilmeli, çocuk statüsünde olanlar da bu özel durumlarının gerektirdiği özel muameleyi görmelidirler.
Savaş esirleri, düşmanın eline geçmelerinden itibaren, bazı temel haklara ve de görevlere sahiptir. Örneğin, esir alan taraf, bu kişilere insan onuruna yakışan muamele göstermeli, onları kasten öldürmemeli, vücutlarına veya sağlıklarına kasten ciddi zararlar vermemeli, gayriinsani ve zalimane muamelelerden kaçınmalı, işkence yapmamalı, hakaretlerde bulunmamalı, toplu cezaya tabi tutmamalı, işlemedikleri savaş suçlarından yargılamamalı veya o esirleri sırf düşman esiri olduklarından dolayı adil yargılanma haklarından mahrum etmemelidirler. Aksi durum her zaman savaş suçuna sebebiyet vermektedir.
Çoğu zaman tarafların esirleri misillemelerde kullandıkları bilinmektedir. Oysa savaş esirlerine karşı misilleme yapılması kesinlikle yasaktır. Savaş esiri de olsalar her durumda olduğu gibi çekirdek bir hak olan insan onuru korunmalı, görüntüleri medya organlarıyla paylaşılmamalı veya bu esirler siyasi amaçlarla kullanılmamalıdır.
Özgürlükten Yoksunluk
Cenevre Sözleşmesi (4. muahede), sivillerin savaşan kesimlerden birisi tarafından gözaltına alınması hususunu ele almaktadır. Sözleşme, kişilerin yalnızca zorunlu güvenlik nedenleriyle özgürlüğünden yoksun bırakılabilmesine müsaade ediyor. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilere yeterli yiyecek, su, giysi, barınak ve tıbbî bakım gibi insani olanaklar sağlanmalı, kadın ve erkekler ayrı odalarda tutulmalı, ailesinden ayrı çocuklar için de gerekli tedbirler alınarak yetişkinlerden ayrı odalara yerleştirilmesi sağlanmalıdır.
Savaş suçları, savaş esnasında, kasten veya hedef ayrım gözetmemek gibi hesapsızca işlenen savaş hukuku ihlalleridir. Başta Cenevre Sözleşmeleri ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Tüzüğü olmak üzere çeşitli uluslararası sözleşmelerle düzenlenen bazı savaş suçlarına örnek olarak; rehin alma, sivil insan kalkan olarak kullanma, sivil unsurlara karşı yapılan kasıtlı, ayrım gözetmeyen ve orantısız saldırılar ve toplu cezalandırma sıralanabilir. Bununla birlikte elbette ceza hukukunun genel kaideleri gereğince, savaş suçunu planlamak veya azmettirmek, savaş suçu işlemeye teşebbüs, savaş suçuna yardım veya yataklık etmek gibi hususlar da savaş hukuku yargılamalarındaki sorumluluk halleri arasındadır.
Burada savaş suçları açısından esas sorumlular olan askerî komutanlara ve sivil liderlere ayrı bir parantez açmak gerekir. Bu kişiler, bireysel sorumluluklarının yanında, komuta kademesindeki yetki ve sorumlulukları oranında savaş suçlarının önlenmesinde ve sorumluların cezalandırılmasında gerekli tedbirlerin alınmasından da sorumludurlar.
Savaş suçlarının yargılandığı esas uluslararası mahkeme merkezi Hollanda/Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesidir (ICC). ICC, mahkemeyi kuran Roma Statüsü’ne taraf olan bir ülkenin topraklarında işlenen veya ICC anlaşmasına taraf olan bir ülkenin vatandaşı tarafından işlenen; soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçu işledikleri iddia edilen kişileri soruşturma, suçlama ve yargılama yetkisine sahip bir uluslararası mahkemedir.
Somut olay bağlamında, Rusya ve Ukrayna’nın ICC üyesi olmadığını belirtelim. Bununla birlikte Ukrayna, 2013 yılında kendi topraklarında işlendiği iddia edilen suçlar konusunda mahkemenin yargı yetkisini kabul etmiştir.
Ayrıca, savaş suçları, soykırım ve işkence gibi uluslararası hukuku ihlal eden bazı ağır suçlar, bir ülkenin yerel yargı yetkisinde olmasalar bile “evrensel yargı yetkisi” ilkesine göre o ülkelerde de soruşturma ve kovuşturma kabiliyetini haizdir. Örneğin, diğer birçok ülke gibi Türkiye de Türk Ceza Kanunu’nun Özel Hükümlerinin Birinci Kısmı (md. 76-80 arası) hükümlerine dayanarak dünyanın herhangi bir yerinde işlenen soykırım veya insanlığa karşı suçları yargılama yetkisini kendisinde görmektedir.